Şirin Kırşehir

24.1.13

Hititler ve Hitit Uygarlığı

Hitit Güneşi
Hitit Uygarlığı (M.Ö.1660-1190)
Anadolu’ya M.Ö. yaklaşık 2000 yılında küçük topluluklar halinde gelerek Kızılırmak’ın çizdiği yay içine yerleşen ve büyük imparatorluk kuran Hint-Avrupa kökenli bir kavimdir. 20.yüzyıla kadar bu halka ilişkin pek az bilgi vardı. Ama arkeologların sabırlı çalışmaları sonucunda Babil ve Asur uygarlıklarının en parlak dönemleri öncesinde Hititler’in büyük bir uygarlık kurduğu ortaya çıktı. Hititler’in hangi yolla Anadolu’ya geldikleri bilinmemektedir. O çağlarda Hatti ülkesi olarak anılan bu topraklarda hattiler yaşamaktaydı. Günümüzde ise eskiden bu bölgede oturanlara Hititler, dillerine de Hititçe denmektedir. Hitit adı Tevrat’ta birçok kere adı geçen Hit oğulları’na izafeten modern araştırmacılar tarafından verilmiştir. Hititler’in Anadolu’ya geldikleri dönemde özellikle Orta Anadolu ile Mezopotamya arasında sıkı bir ticaret ilişkisi vardı. Asurluların M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda bu bölgenin çeşitli yerlerinde birçok ticaret kolonisi kurmuşlardı. Bu sırada Anadolu küçük krallıklara ve beyliklere bölünmüştü. Yerleştikleri bölgede yerel krallıkların yönetimlerinde söz sahibi olan Hititler zamanla bütün Anadolu’yu egemenlikleri altına alarak büyük bir imparatorluk kurdular. Alişar, Alaca Höyük, Konya Karahöyük, Acem Höyük, Kırşehir'de Kaman Kale Höyük ve Eski Yapar gibi yerleşmelerde de türün çeşitli kalıntıları bulunmuştur.

Hitit Uygarlığı'nın Başlıca Dilleri
Filoloji çalışmalarının verdiği sonuçlara göre Anadolu'da Hitit Uygarlığı döneminde başlıca üç Hind-Avrupa iki de azyanik dili konuşuluyordu. Hind-Avrupa dilleri; Nesi, Luvi ve Pala dilleri idi. Nesi, Hitit Devleti'ni Kuran Hind-Avrupa boyunun kendi diline verdiği addır ve bu sözcük Kültepe'nin eski adı olan Neşa'dan gelmektedir. Boğazköy metinleri bu dille yazılmıştır. Luvi dili Güney Anadolu'da Lykia'dan Adana'ya uzanan ve Arzava ile Kizzuvatna ülkeciklerini içeren bölgelerde kullanılıyordu. Pala dili Paflagonya Bölgesi'nde, yani Kızılırmak'la Sakarya arasındaki yörelerde konuşuluyordu. Hattice (protohattice) ile Hurca’nın da azyanik dillere bağlı olduğu araştırmalarla ortaya kondu. Hititolojinin ortaya yeni çıktığı sıralarda bu gibi ayrıntılar iyi bilinmediğinden, yanlış olarak Hititlerin diline Hititçe denilmişti. Sonra bu yanlışı gidermek için Hititlerden evvelki Orta Anadolu halkına ''Protohititler'' veya Protohattiler, dillerine de Protohattice denilmiştir.

Çivi Yazısı ve Hiyeroglif
Hititlerin çivi yazısının, türü bakımından, Üçüncü Ur Hanedanı'nın Eski Babil öncesine (M.Ö.2150-2050) ait olması gereken ancak bulunmamış bir çeşidinden alındığı kabul edilmektedir. Bugün genellikle bu yazıyı Hititlerin ilk kez Eski Hitit Krallığı Dönemi'nde kullanmaya başladıkları kanısı egemendir. Bu çivi yazısı ile Hititler, sözcükleri hecelerle yazıyorlardı. Hititlerin çivi yazısından başka bir de hiyeroglif, yani kutsal oyma anlamına gelen resimli yazıları vardı. Bu yazı türünde de hecelerle yazmak aşamasına ulaşmış olmakla beraber daha eski bir anlatım şekli olarak her sözcüğün bir tek işaretle tanımlanması da hala yaşıyordu.

Hitit Dilinin Çözümü
1907’de gün ışığına çıkarılan Boğazköy tabletleri Birinci Dünya Savaşı sürecinde araştırılmaya başlandı. İlk çözümü Çek bilgini B.Hrozny verdi ve 1915 yılında Hitit gramerinin bir özetini sunarak Hititçenin bir Hind-Avrupa dili olduğunu kesinlikle ortaya koydu. Ancak Hrozny’nin çalışmaları bir başlangıçtı ve ortaya koyduğu sadece bir taslaktı. Onun arkasından başta Ferdinand Sommer, Hans Ehelolf, J.Friedrich ve Albrecht Götze Hitit dilini sistematik bir biçimde ele aldılar. Hrozny hem Hind-Avrupa dilleri uzmanı değildi hem de Hititçedeki sözcükleri öteki Hind-Avrupa dillerindeki benzerlerinin anlamları ile ele alarak kaba taslak bir çözüm yapmıştı. Ferdinand Sommer ve diğer üç bilgin herhangi bir Hitit sözcüğünün gerçek anlamını bulmak için, onun geçtiği diğer bütün Hitit metinlerinde de aynı anlamda olup olmadığını kontrol ettikten sonra tespit ettiler. Böylece bu sistematik çalışmalarla Hitit dilinin büyük bir bölümü 1930’larda çözülmüş durumda idi. Öyle ki bu çalışmalara dayanarak Albrecht Götze 1933’te Hitit Uygarlığı’nı bütün ayrıntılarıyla anlatan kitabını yayınladı. Bugün de bu önemli kitap yan alanlarda çalışanlara olduğu gibi hitotoglara da ilk kaynak olarak yardımcı olmaktadır.

Hitit Hiyerogliflerinin Çözümü
Hititlerin Anadolu’da oturduklarını herkesten önce gören İngiliz bilgin A.H. Sayce yapmıştır. Ancak ilk yoğun çalışmalar 1930’da Bossert, Forrer, Hrozny, ve Meriggi gibi bilginler tarafından yapıldı ve elle tutulur sonuçlar elde edildi. Bunlardan sonra H.G. Güterbock, Boğazköy’de bulunan kral mühür baskılarını inceleyerek hiyeroglif çözümlerine büyük katkıda bulundu. Çünkü bunlarda kral isimleri hem çivi yazısı ile hem de hiyerogliflerle yazılı idi.

Hitit Devleti'nin Kuruluşu
Hatti-Hitit Beylikleri'ndeki büyük prenslikler biçimindeki gelişme, güçlü bir krallığın ortaya çıkmasına doğru ilk adımdı. Anadolu'nun daha uzun süre dağınık ve küçük prensliklerin elinde kalması, dışarıdan gelebileceklere elverişli ortam yaratıyordu. Böylece dış tehlike karşısında Anadolu şehir devletlerinin bazılarının birlik olmaları doğal kabul edilebilecek bir oluşmadır. Nitekim devletlerin birbirleriyle yaptıkları savaşın sonunda Hattuşa'da Eski Hitit Krallığı'ı kurulmuştur.

Hitit Kralları Listesi
Eski Krallık:
I.Hattuşili M.Ö.1660-1630,
I.Murşili M.Ö.1630-1600,
I.Hantili M.Ö.1600-1570,
I.Zidanta M.Ö.1570-1560,
Ammuna M.Ö.1560-1540,
I.Huzziya M.Ö.1540-1535,
Telipinu M.Ö.1535-1510,
Alluvamna M.Ö.1510-1500,
II.Hantili M.Ö.1500-1490,
II.Zidanta M.Ö.1490-1480,
II.Huzziya M.Ö.1480-1460,
Büyük Krallık:
II.Tuthaliya M.Ö.1460-1440,
I.Arnuvanda M.Ö.1440-1420,
II.Hattuşili M.Ö.1420-1400,
III.Tuthaliya M.Ö.1400-1380,
Şuppiluliuma M.Ö.1380-1346,
II.Arnuvanda M.Ö.1346-1345,
II.Murşili M.Ö.1345-1315,
Muvatalli M.Ö.1315-1282,
III.Murşili (Urhi-Teşup) M.Ö.1282-1275,
III.Hattuşili M.Ö.1275-1250,
IV.Tuthaliya M.Ö.1250-1220,
III.Arnuvanda M.Ö.1220-1200,
II.Şuppiluliuma M.Ö.1200-1190,
Bu krallardan önemlileri şunlardır:
I.Hattuşili: Hitit İmparatorluğu'nun kurucusu dirayetli kral I.Hattuşili, ilgi çekici vasiyetnamesi ile Hitit anlatı sanatının güzel bir örneğini vermiştir. Boğazköy’de 1957 yılında Büyükkale K Yapısı’nda ele geçen iki dilli bir metinden, Hattuşa’da kurulan Eski Krallık hanedanının ilk hükümdarının I.Hattuşili olduğu anlaşılmaktadır. Hattuşili’nin vasiyetnamesinden ilgi çekici bir bölüm: “İşte ben hastalandım. Size halefim olarak genç Labarna’yı söyledim: “O tahta otursun!” Ben, kral, onu oğlum diye çağırdım. Onu kucakladım ve onu yücelttim. Daima onun arkasından koştum. O, bir oğul gibi davranmadı. O, gözyaşı dökmedi, acımadı. O buz gibi soğuk ve acımasızdır. Ben kral onu tuttum ve onu yatağına getirdim: “Bu ne? Hiç kimse kız kardeşinin oğlunu büyütmesin! O, kralın sözüne aldırmadı. Bir yılan olan anasının sözünü dinledi. Ona erkek kardeşleri ve kız kardeşleri her zaman soğuk sözler götürdüler. O, onların sözlerini dinledi. Ben kral bunları işittim. Şimdi savaşa karşı savaş açıyorum...”
I.Murşili: Babil'i yıkarak Hammurabi sülalesine son verdi. İmparatorluğun Mezopotamya'ya ve deniz kıyısına ulaşma politikasını saptadı. Hattuşili’nin torunu ve adoptis oğlu olduğunu Hattuşili’nin vasiyetnamesinden anlıyoruz. Murşili, büyükbabası Hattuşili’nin Suriye’yi ele geçirme politikasını bilinçli olarak sürdürmüş, ayrıca Babil’e kadar uzanıp bu şehri yakıp yıkmış ve böylece M.Ö. 1550 sıralarında Hammurabi sülalesinin son bulmasına neden olmuştur. Bundan sonra Halep artık Hitit Devleti’nin ayrılmaz bir parçası olacaktır. Murşili’nin güçlü iradesi ne yazık ki saray entrikasına kurban gitti. Bu dirayetli hükümdar, başarılı Babil seferinden dönüşünde, eniştesi Hantili ve onun kayınbiraderi Zidanta tarafından öldürüldü.
I.Hantili: Elini kana bulayarak tahta geçen Hantili’nin adı Luvice’dir. Kendisi belki de güneyden gelmiş bir Luvili idi. I.Hantili dönemi üzerindeki bilgimizi de Telipunu’nun “Hitit Tarihi Özeti”ne borçluyuz. Bu metne göre Hantili de Suriye’yi elde tutma politikasını sürdürmüştür. Ancak Hurrilerin saldırıları sonucu Kraliçe Harapşili ile prenslerin öldürülmesi, sarayda ve ülkede taht kavgasının ve kargaşalarının süregeldiğini açığa vurmaktadır.
Telipinu: Tahta çıkış yasasını çıkardı. Böylece ülkeyi zayıflatan iç kavgaları önledi. Arzava ile anlaşma yaparak Hitit Devleti'nin bir yabancı krallıkla gerçekleştirdiği ilk antlaşmayı imzaladı. Telipinu, Hititlerin Hattilerden aldıkları bir tanrının adıdır. Tanrı Telipinu darılıp gittiğinde bütün doğa ölür, o gelince de yeniden canlanır. Asıl adı başka olan Telipinu’nun kral olunca bu adı alışı, bilinçli bir davranışa işaret eder. Her ne kadar Telipinu’nun kendisi de tahta bir önceki kralı sürgüne göndermekle geçmişse de, kurduğu yasa ile Eski Hitit Krallığı Dönemi’nde adet haline giren cinayetlere ve taht kavgalarına bir son vermesini bilmiştir. I.Hattuşili ve I.Murşili kendilerinden önceki kralın tayini ile tahta geçtiler. Hantili, Zidanta ve Ammuna ellerini kana bulayarak kral oldular. Böylece Telipinu çok yararlı bir iş yapmış oldu. Telipinu’nun şüphesiz pankuşun, yani soylular topluluğunun da onayı ile kurduğu yasa büyük iş yapmış oldu. Kurduğu yasa Büyük Krallık Dönemi’nde olduğu gibi uygulanacaktır.
II.Tuthaliya: Hitit İmparatorluğu'nun Yakındoğu'daki çıkarlarını güvence altına aldı. Yazılı kaynaklarda I.Hattuşili, I.Murşili ve I.Şuppliluliuma gibi en önemli dört Hitit kralından biri olarak yer alır. Büyük Hitit Krallığı'nın kurucusu II.Tuthaliya'dır. Tuthaliya Hattice bir sözcük olup bir kutsal dağın adıdır. Kendisi ile başlayan sülale M.Ö.1190 yılına, yani çöküş gününe değin 250 yıla yakın bir süre boyunca Hitit Ülkesi'ni büyük başarı ile yönetti. Tuthaliya adına Eski Krallık’ın başında da rastlanmaktadır. Bir aralık onun da kral olduğu sanıldığı için tarihçiler Büyük Hitit Krallığı’nın kurucusuna II.Tuthaliya demişlerdir. Ancak daha önce bir Tuthaliya’nın krallık yapmış olduğunu gösteren bir yazılı kaynak yoktur.
I.Şuppiluliuma: Hitit İmparatorluğu'nun en güçlü ordu komutanı, en başarılı devlet adamı. Kargamış ve Halpa'yı ele geçirerek oğullarının yönetimine verdi. Akılcı bir siyaset uygulayarak Hurri Bölgesi'nde Mitanni ve Güney Suriye'deki Amurru krallıklarını Hattuşaş'a dostlukla bağladı. Onun döneminde Hitit İmparatorluğu, Yakındoğu'nun egemenliğini Mısır ve Babil ile paylaşıyordu. Şuppiluliuma yasaları çiğneyerek iş başına gelmiş olmakla birlikte Hitit tarihinin en güçlü komutanı ve en başarılı devlet adamı olmuştur. Otuz yıllık idaresi altında Hitit Ülkesi en parlak dönemini yaşamıştır. Hitit tarihinin en önemli komutanı ve en başarılı devlet adamı olan Şuppiluliuma I’in uzun süren idaresi boyunca oluşturduğu Büyük Krallık, Babil ve Mısır’la eş güçte idi ve o çağdaki uygarlık dünyasını bu üç devlet paylaşıyordu.
II.Murşili: İmparatorluğun en başarılı krallarından biriydi. Kargamış'a kardeşini, o ölünce yerine onun oğlunu; Halpa'ya yeğenini kral yaparak Yakındoğu'daki Hitit egemenliğinin gücünü sürdürdü. Ayrıca Mitanni ve Amurru gibi tampon devletlerle yapılan antlaşmalarla Hititlerin Mısır'a karşı güçlü durumunu pekiştirdi. Veba duasında dile getirdiği anlatısı Hititçenin en güzel yazın örneklerinden biridir.
Muvatalli: Hitit İmparatorluğu'nun en büyük ve en başarılı krallarından biriydi. İnsanlık tarihinin iki büyük devlet arasındaki en eski savaşı olan Kadeş Meydan Muharebesi, onun örnek çalışmaları sayesinde Hititler için olumlu sonuç verdi. Gök tanrısının yan adlarından biri ile adlandırılan Muvatalli, babası Murşili’nin ikinci karısından ikinci oğludur. Muvatalli’nin M.Ö. 1300 yıllarında tahta çıktığı sıralarda, Anadolu’nun batısında karışıklıkların başgösterdiği, ancak genç kralın duruma kısa bir süre içinde egemen olduğu anlaşılmaktadır. Vilusa Prensi Alaksandu ile yapılan antlaşmada hem batıda durumun düzeldiği, hem de güneydoğuda çıkması beklenen olaylara yardımcı sağlandığı görülmektedir; çünkü antlaşmada Alaksandu’nun bölgelerinde olduğu gibi, Hititlerin bir büyük devletle yapacağı savaşlara da ordusu ve arabaları ile yardıma koşacağı kaydedilmektedir. Söz konusu büyük devletler adları ile belirtilmektedirler: Mısır, Babil, Hurri, Assur, Vilusa büyük olasılıkla Troia Ülkesi olmak gerektir.
III.Hattuşili: Ağabeyi Muvatalli döneminde Meşedi, yani ordunun beyi olarak Kaşgaları imparatorluğa bağlı kılma başarısını gösteren Hattuşili, II.Ramses ile geciken Kadeş Barış Muahedesi'ni yaparak insanlık tarihinin iki süper devleti arasındaki ilk barış antlaşmasını gerçekleştirdi. Ancak rahip olarak yetişen III.Hattuşili, bir Hurrili rahibin kızı olan eşi Puduhepa ile birlikte dini siyasete alet ederek Hurri inancını Hattuşa’ya soktular ve böylece Hitit kimliğini yaraladılar. Onlardan önceki krallar ve kraliçeler, idarelerindeki Anadolu’da yaşayan dinleri saygı ve hoşgörü ile karşıladıkları gibi, kendi öz inançlarına, Hatti kökenli Hitit dinine de sımsıkı bağlı idiler. Ülkelerine yeni bir din akımının girmesi ve onun siyasete alet edilmesi, imparatorluğun çözülme nedenlerinden biri oldu.
IV.Tuthaliya: III.Hattuşili'nin oğlu IV.Tuthaliya'nın krallık süresi de Hitit Çağı'nın parlak bir dönemi idi. Hititler eskiden beri ellerinde bulundurdukları toprakları, Suriye de dahil, olduğu gibi koruyorlardı. Amurru Devleti yine eskisi gibi Hattuşa'ya bağlı bir krallık ve Mısır'la Hitit Büyük Krallığı'nın egemenlik bölgelerinin sınırında bir tampon devletçikti. Her ne denli Tikulti-Ninurta'nın buyruğundaki Assur Devleti, Hattuşa için kaygı yaratacak bir düzeyde bulunuyor idiyse de, Tuthaliya duruma egemendi ve Mısır'ın komşusu Amurru Kralı Şavga Muvaya ile yaptığı antlaşmada ona, Assur Ülkesi ile alışveriş yapmayı yasak edebilecek güçte idi. Tuthaliya: “Senin bir işadamın Assur Ülkesi’ne gitmeyecek, onun bir işadamını kendi ülkene sokmayacaksın, o senin ülkenden de geçmeyecek” gibi kesin buyruklar verebiliyordu. Kesin olarak belirdiğine göre Tuthaliya döneminde Mısır, Hitit, Babil ve Assur o onyılların dünyadaki büyük devletleri idi. Ancak Mısır ve Hitit krallıkları bugünkü güncel deyimle o dönemlerin süper devletleri idiler.

Mısır'a Karşı Savaş Hazırlığı
Muvatalli, Mısır sorunu ile güvenlik içinde uğraşabilmek için, başkenti Hattuşa'dan alıp Adana bölgesindeki Dattaşşa kentine aktardı. Hattuşa artık başkent olmaktan çıkmıştı; çünkü Muvatalli tanrı heykellerini de Dattaşa’ya götürmüştü. Zaten Hattuşili, kesin olarak Muvatalli’nin Dattaşa’yı başkent yaptığını söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Muvatalli, kardeşi Hattuşili’ye rağmen Kaşgaların, kendisi Mısır savaşı ile uğraşırken Hattuşa’yı ele geçirebileceklerinden korkuyordu. Bu nedenle Hattuşa Kaşgaların eline geçerse, tanrı heykellerinin götürülmemeleri için onları da beraberinde Dattaşşa'ya götürdü. Muvatalli’nin başkenti güneye aktarmış olması çok yerinde bir tutumdu besbelli. Böylece Luvi Bölgesi de güven altına alınmış, ayrıca büyük çaba için güçlü bir ortak kazanılmış bulunuyordu. Mısır’la savaş II.Ramses’in beşinci krallık yılında, yani M.Ö. 1286 tarihinde yapıldı. Hitit kaynakları savaş hakkında hiçbir bilgi vermemektedir. Buna karşılık çok iyi korunmuş olan Ramasseum, Karnak, Luxor ve Abydos gibi Mısır tapınaklarının duvarlarında bu savaş, yazı ve resimlerle ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır. Bu karşılaşma, tarihin o güne değin en büyük silahlı çatışması, bir bakıma döneminin dünya savaşı idi. Federatif bir devlet biçiminde örgütlenmiş olan Hitit Büyük Krallığı kendisine antlaşmalarla bağlı bütün krallıkların ve beyliklerin bu savaşa katılmalarını sağlayabilmişti.

Kadeş Meydan Savaşı
M.Ö. 1285 yılında yapıldığını düşündüğümüz Kadeş Savaşı’nın öyküsü kısaca şöyledir: Mısırlılar Amun, Reh, Ptah ve Seth adlarını taşıyan ve bu sırayla arka arkaya giden dört tümenle Nil Ülkesi'nden yola çıktı ve kuzeye doğru yöneldi. Mısır ordusu 20000 kişi olarak tahmin edilmektedir. II.Ramses özel koruyucu birlikleri ile birlikte Amun tümeninin başında gidiyordu. Bugünkü Riblah mevkiinde Orontes Irmağı’nı geçmeden Hitit ordusundan kaçtıkları söylenen ama casus olan iki bedevi geldi ve Mısırlılara katıldı. Bunlar Hitit ordusunun Halep’te, yani çok uzakta olduğunu söylediler. Ancak gerçekte, Muvatalli ise 35000 asker ve 3500 savaş arabası ile Kadeş'in yakınında Homs'un güneybatısında pusuda bekliyordu. Bu sırada Mısırlılar iki Hitit casusu yakaladılar. Casuslar, Mısırlılar'a Hititler'in pusuda beklediklerini söyleyince Mısır ordusu güneye yöneldi. Ancak bu sırada Hititler büyük bir baskın yaptılar ve iki Mısır tümenini bozguna uğrattılar. Hititlerin vurucu gücü büyüktü; çünkü arabalarının sayısı çoktu ve Mısır tapınaklarındaki tasvirlerde görüldüğü gibi her atlı arabada üç kişi yer alıyordu. Mısırlılarda ise bir arabada ancak iki kişi bulunuyordu. Ancak Muvatalli’nin isabetli planı ve maharetli operasyonu gerekli sonucu vermedi. Çünkü iki Mısır tümenini bozguna uğratan Hitit askerleri savaşın bittiğini sandıkları sırada güneyden hızla yetişen çok iyi yetiştirilmiş bir Mısır birliğinin ansızın saldırısına uğradılar ve savaş berabere bitti. Savaş her iki taraf için bir felaket oldu.

Mısır ile Barış Antlaşması
Büyük kral olarak Hattuşili akıllı bir dış politika uyguladı. En büyük başarısı 10-15 yıllık bir yanılma ile, yaklaşık M.Ö.1270 sıralarında Mısır ile imzaladığını düşündüğümüz barış antlaşmasıdır. Bu antlaşma bir bakıma, Muvatalli'nin Kadeş'te elde ettiği zaferin Mısırlılarca kabul edilmesi demekti. Söz konusu antlaşmanın günümüze değin iki metni gelmiştir. Bunlardan biri Mısırlıların hazırladığı metnin Akkadca çevirisi olup Boğazköy’de, yani Hattuşa’da bulunmuştur; ötekisi ise bir gümüş tablet üzerine çivi yazısı ile ve o dönemlerin diplomatik dili olan Akkadça yazılan metnin Mısırcaya çevirisi olup, Ramasseum ve Karnak tapınaklarının duvarlarına kazılmıştır. Antlaşma bir saldırmazlık sözleşmesidir, ayrıca karşılıklı askeri yardım ve kaçak iadesi maddelerini içermektedir. Bu antlaşma iki büyük devlet arasında yapılan muahedelerin ilk örneğidir. Bu antlaşmanın adı: "Kadeş Antlaşması" idi.

Hitit Devleti'nin Çöküşü
Saray baş yazıcısının Şuppiluliuma'ya yaptığı bağlılık yemini dolayısıyla yazdıklarının açığa vurduğu gibi halk başkaldırmıştır. Buna dışarıdan gelen düşman eklenince, yarım bin yıldan beri süregelen bu büyük siyasi düzen birden çöküverdi. Çünkü karadan ve denizden gelen bu yeni düşman öyle anlaşılıyor ki gerçekten güçlü idi. Öyle ki o yalnız Troia'yı ve Hattuşa'yı yıkmadı, aynı düşman karadan ve denizden olmak üzere bütün Yakındoğu'ya ve Mısır'a saldırdı. Nil ülkesi bu büyük kavimler göçünün ancak son dalgası ile karşılaştı. Böyle olmakla birlikte, “kuzey kavimleri” bazen de “deniz kavimleri” diye adlandırdıkları bu düşmandan çok ürkmüşlerdi. Bu kavimlerin Anadolu’da ve Ortadoğu’da yaptıkları, yerine göre 200/400 yıllık bir karanlık dönemin ortaya çıkmasına neden oldu. Tarihte “Ege Göçü” olarak da anılan bu müthiş karışıklıklardan sonra Hellas, yani Yunanistan, Anadolu ve Suriye korkunç bir biçimde tahrip edilmiş olmalıdır. Çünkü sayılan bu ülkelerin önemli bölümleri 200/400 yıl boyunca sessiz bir karanlığa gömüldü. Bu arada en çok Orta Anadolu zarar gördü. Kızırlırmak dirseği içinde düzinelerce yerde yapılan kazılarda M.Ö. 1190-780 arasında yaklaşık 400 yıl boyunca hiçbir uygarlık izine rastlanmamaktadır. Uygarlık, özellikle yazma ve okuma, zenginlerin ve soyluların tekelinde idi, halk ise uygarlıktan yoksundu. Bu yüzden feodal beylikler ya da Hitit Büyük Krallığı gibi federatif devletler çözülünce, her tür uygarlık kareketi de onlarla birlikte ortadan kalktı. Bu hareket, M.Ö.1190 yılında Hitit Devleti'nin yıkılışına sebep oldu.

Hitit Devleti'nin Dünya Tarihindeki Yeri ve Önemi
Anadolu'nun ortasında yer alan Hitit Devleti dört bir yandan birçok devletçik tarafından çevrili bulunuyordu. Bu orta ve küçük boy krallıkların ve toplulukların başlıcaları şunlardır: Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Kaşga, batı Akdeniz ve Paflagonya yöresinde Pala, Kuzeybatı Anadolu’da Çanakkale civarında Taruişa ve Viluişa, Batı Anadolu’nun ortalarında Assuva, Karia Bölgesi’nde Ahhiyava Krallığı, Güneybatı Anadolu’da Lukka, Güney Anadolu’da Kizzuvatna ve Arzava beylikleri, Göneydoğu’da Hurriler, Doğu Anadolu’da yerleri kesin olarak bilinmeyen bazı küçük beylikler yer alıyordu. Bu beylikler bazı dönemlerde örneğin Kadeş Savaşı sırasında yaklaşık M.Ö. 1285 tarihlerinde Hitit Devleti’ne bağlı olmakla birlikte genellikle bağımsız ya da yarı bağımsız krallıklardı. Böylece Hattuşa federatif bir devletin merkezi idi. Bugün Hititler adı ile andığımız Hint-Avrupa dil topluluğuna ait boylar M.Ö.2000 tarihlerinde Anadolu'ya gelmeye başlamışlar ve M.Ö.2000-1700 tarihleri arasında Hatti, Hurri, Kaşga gibi yerli beyliklerin yanısıra, yarı barış, yarı savaş içinde yaşadıktan sonra M.Ö.16.yüzyılın başlarında Eski Hitit Krallığı adı verdiğimiz devleti kurmuşlardır. Bu türde, uzun sürede yeni toprak edinme olgusu bize ondan tam 2000 yıl sonra olagelen türk göçünü anımsatmaktadır. Gerçekten M.S.9. yüzyılda İran ve Arap topraklarının çeşitli bölgelerine yerleşen ve 1071 tarihinde Anadolu'da antik çağdan kalma değişik kökenli beylikler ile birkaç yüzyıl yan yana dostluk için yaşadıktan sonra kurmuşlardır.

Hititlerde Tarım ve Ticaret
Yazılı kaynaklardan öğrendiğimize göre Hitit İmparatorluğu’nda halkın başlıca geçim kaynağı tarımdı. Bununla beraber yine tabletlerden edinilen bilgiye göre çeşitli mesleklerde çalışanlar olduğu gibi, ticaret yaparak zengin olanlar da az değildi. Ulaşım ve ticaret kağnılarda gördüğümüz disk şekilli dört tahta tekerlekli öküz arabaları ve özellikle eşekler ve katırlarla gerçekleştiriliyordu. Yolların bakımı saraya bağlı prenslikler ve beyliklerce yapılıyordu. IV.Hattuşili’nin bir mektubundan anlaşıldığına göre Hititler demir madenini topraktan çıkarmasını biliyor ve ondan çeşitli aletler ve mobilya yapabiliyorlardı ancak bu iş uzun zaman alıyordu. Gümüş çubuklar Hatti, Hitit Beylikleri Devri’nde olduğu gibi Hititlerde de alışveriş aracı, yani bir çeşit para olarak kullanılıyordu.

Hurri Etkileri
Mitoloji, din ve at yetiştirme alanlarında Hurri kültüründen yoğun biçimde etkilenmişler, Sümer ve Akkad uygarlıklarını belirli bir ölçüde de olsa Hurrilerin aracılığı ile tanımışlardır. İlk Hurri etkileri M.Ö.1450 tarihlerinde başlar ve Hattuşili III'ün eşi Puduhepa döneminde en belirgin biçimine ulaşır. En çarpıcı Hurri etkinliği, Hitit prenslerinin Hurrice adlar almaları ile ortaya çıkar. Hattuşili III’ün eşi Puduhepa Hurri kökenli olduğu gibi, prenseslerden daha birkaçının da Hurri sarayından alınan gelinlerden olmaları akla yakın gelmektedir. Buna karşın prenslerin hepsi doğal olarak hitit soyundandır. Özünde Hurri adlarının gözde olması, Hurri Uygarlığı’nın yüksek bir düzeyde bulunmasından kaynaklanıyordu. Ancak Hurrilere duyulan sevgi ve saygı büyük ölçüde politik çıkarlara bağlı idi. Çünkü Hurrilerin oturdukları birçok toprak Hitit egemenliğinde idi. Bu nedenle Hattilere uyguladıkları sevecen davranma politikasını Hurriler konusunda da kullanıyorlardı. Hititler yoğun biçimde Hatti, Mezopotamya ve Hurri etkileri altında kalmış oldukları halde ulusal kimliklerini yitirmemişler, tersine bütün bu esinlenmelerden yararlanarak özgün bir uygarlık yaratmışlardır. Birçok uygarlığın karışımından oluşan başarılı bir sentez yüzyıllar sonraki Anadolu’da bir daha gerçekleşmiştir. Gerçekten Türklerin 16.yy.’da Pers, Arap, Bizans ve eski Anadolu geleneği ile kendi Orta Asya özelliklerinden yararlanarak yarattıkları Osmanlı Uygarlığı da böyle başarılı ve özgün bir sentez örneğidir.

Hititlerde İnsan Hakları
Hitit Uygarlığı'nı Yakındoğu'daki komşularından ayıran en önemli özelliği, insan haklarına duyulan saygıda belirgin olmaktadır. Onur kırıcı cezalar, Assur kanunlarında görülen acımasız yargılar Hitit hukukuna yabancı idi. Assurluların uyguladığı düşman vücutlarının parçalanması, ateşle yakılması, esirlerin kazıklara oturtulması ya da derilerinin yüzülmesi, kesilmiş insan kafalarından piramitlerin oluşturulması çeşidinden davranışlar Hitit Ülkesi’nde söz konusu olamazdı. İşkencelerin yapılmış olduğunu gösteren tasvirlere Hitit sanatında rastlanmamaktadır. Kölelerin bile hakları güvence altında idi. Köleler özgür kadınlarla evlenebiliyorlar ve bu yüzden kadınlar özgürlük haklarını kaybetmiyorlardı. Ancak kölenin başlık parası ödemesi zorunlu bir koşuldu. Böyle bir evlilik bozulduğunda varlıklar ve çocuklar özgür vatandaşlar için öngörülen ilkelere göre paylaşılıyordu. Böylece varlık, kölelerin özgürlüğüne yol açıyordu.

Hititlerde Kadın
Hitit Uygarlığı'nın en ilginç özelliklerinden biri de Mezopotamya'da erkeklerin baskısı altında yaşayan kadının Hitit Ülkesi'nde sahip olduğu saygınlıkta görülmektedir. Kraliçelerin nerede ise krallar kadar haklara sahip olmalarından anlıyoruz ki Hititlerde erkek ve kadın eşdeğerde idi. Harem yalnız kral sarayında vardı; halk arasında ise çok kadınla evlilik (poligami) geleneği yoktu.

Hitit Kralları ve İnsan Hakları
Hititlerin en çarpıcı özelliklerinden biri, insan haklarına saygılı bir devlet kurmuş olmalarıdır. Hitit kralı devletin ve ordunun olduğu gibi din ve yargı işlerinin de başı idi. Yabancı devletlerle olan ilişkiler de onun buyruğu altında bulunuyordu. Federal bir devlet olan memleketin en mühim bölgelerinin idaresini yürütmek işini çocuklara yaptırırdı.

Pankus (Soylular Kurulu)
Hitit kralları devletin başına, Kral Telipinu’nun sağladığı tahta çıkma yasasına uygun olarak kalıtım (veraset) yolu ile çıkıyorlardı. Ancak her Hitit kralı, Yakındoğu’nun acımasız hükümdarlarının tersine, bir “primus inter pares”, yani “eşitler arasında birinci” idi. I.Hattuşili'nin (İ.Ö. 1660-1630) politik vasiyetnamesinde gördüğümüz gibi, soylular kralın yargısına bağlı değillerdi; tersine tartışmalı konular Pankus'ta (soylular kurulunda) ele alınır ve karara bağlanırdı. Telipinu (İ.Ö. 1535-1510) döneminde sağlanan ''tahta çıkma yasası''nda soylulardan hiçbirini öldüremeyeceği belirtilerek taht tartışmalarında kararın Pankus tarafından alınacağı, kötü işlere kalkışan kralın bunu başı ile ödeyeceği bildirilmektedir.

Hitit Kraliçeleri (Tavanannalar)
Hitit sosyal yaşamının bir başka belirgin özelliğini kral eşlerinin sahip oldukları saygınlıkta buluyoruz. Kral eşleri tavananna sanı ile yani "anne kraliçe" saygılanmasıyla anılıyorlardı. Bu saygın sanı, kocaları öldükten sonra da, yani yeni kralın eşi döneminde de, ölene değin taşıyorlardı. Böylece yeni kralın eşi tavananna sanını bir önceki kral eşinin ölümünden sonra elde edebiliyordu. Tavananna yasası 500 yıla yakın bir süre boyunca kesintisiz geçerli olmuştur. Şölenlerde ve "libation"larda, yani tanrılara içki ya da kurban kanı sunma sırasında krallara eşlik ediyorlar, hatta kral mühürlerinde onların da adları bulunuyordu.

Soylular
Soylular Pankuş Kurulu'nu oluştururlar ve birçok ülke sorununu bu mecliste kralla birlikte karara bağlarlar. Soyluların devlet tarafından verilen toprakları vardı. Buna karşılık onlar, krallık ordusuna atlı savaş arabaları ile gerekli silahları sağlamakla yükümlüydüler.

Hititlerde Din
Hitit Devleti'nin federal bir düzende olması onun din konusunda hoşgörülü bir davranışta bulunmasını gerekli kılmıştır. Hititler Anadolu'da daha sonra Hellen ve Roma çağlarında gördüğümüz synkretism yöntemine, yani yabancı dinleri birbirleriyle kaynaştırma tutumuna başvurarak inanç dünyasını federatif bir anlayış içerisinde bütünlüğe ulaştırmanın yolunu bulmuştur. Hititler tabletlerde sık sık “Hatti Ülkesi’nin Bin Tanrısı”ndan söz ederler. Metinlerdeki uzun tanrı listeleri göz önünde tutulursa bu deyişin pek abartılı olmadığı söylenebilir. Gerçekten Büyük Krallık Dönemi'nde, daha sonraki Anadolu'nun Roma Çağı'nda olduğu gibi aşırı bir çok-tanrılık egemendir. Ancak her beylikte değişik bir epithet taşıyan bu tanrılar, özünde birkaç tanrı tipinin yerel çeşitlemeleridirler. Bunun gibi Hatti, Luvi, Pala, Hurri, ve Mezopotamya kökenli tanrılar bile başka başka adlarla anılmalarına rağmen birbirlerine koşut tiplerden oluşmaktadırlar. Örneğin Gök Tanrısı ile Hepat ve İştar gibi tanrıçalar birçok yörede değişik yerel tipler gösterdikleri halde, özünde aynı erkek ve kadın tanrıdan gelmektedirler. Bu hoşgörülü davaranış, Hitit halkının yerli topluluklar üzerindeki egemenliklerini sürdürmelerini sağlıyordu. Yani din politikasında sadece hoşgörüye ve krallık çıkarlarına dayalı bir yol izleniyordu. Ancak bu çıkarcı yaklaşım, sonunda Hitit dininin III.Hattuşili dönemlerinde Hurrileşmesine neden oldu. Gerçekten Yazılıkaya Açıkhava Tapınağı’ndaki tanrılar Emanuel Laroche’un saptadığı gibi Hurri adları taşımaktadırlar.

Gök Tanrısı
Hititlerde baş tanrı Gök Tanrısı idi. O, baş tanrıça ile birlikte federal Hitit Devleti'nin en önemli birleştirici gücünü oluşturuyordu. Ona hem yerli Hatti ve Hurri halkları hem de Anadolu'ya göç eden Hind-Avrupalı Hititler tapıyorlardı. Üstelik o, metinlerde Mezopotamyalı göğün tanrısı Adad'ın ideogramı ile yazılıyordu. Hitit metinlerindeki "siu" sözcüğü Yunancadaki Zeus ve Latincedeki Deus'un karşılığıdır. Ancak belirli bir tanrının adı olmayıp Latincede olduğu gibi sadece tanrı anlamında kullanılmaktaydı. Gök tanrısına Hititler Taru, Hurriler Teşup diyorlardı. Baş tanrı Hitit metinlerinde genellikle “Hatti Ülkesi’nin Gök Tanrısı”, “Göğün Tanrısı”, “Hattuşa’nın Tanrısı”, “Sarayın Tanrısı” gibi adlarla anılmaktadır. Ayrıca “Ordunun Göktanrısı”, “Yağmur Gök Tanrısı” gibi adlandırmalara da rastlanmaktadır. Bu tanrının hiyeroglif işareti ikiye bölünmüş bir elipsten oluşur. Önce söz konusu işaret, sonar gök tanrısı denmek isteniyorsa ikiye bölünmüş elipsin altına “W” biçimli yıldırım işareti yazılırdı; ikisi birden Gök Tanrısı anlamına gelmektedir. Gök tanrısı metinlerdeki tasvirlerde ve sanat eserlerinde dağlar üzerinde durur. Yazılı kaynaklardan öğrendiğimize göre Hititler dağları kutsal sayıyor ve onlara tapıyorlardı. Hititlerin Hurrilerden aldıkları Hazzi ve Nanni dağ adları, gök tanrısı ile yakın bağlantılıydılar. Hazzi Suriye’de Orontes Irmağı’nın denize aktığı yer civarındaki, Romalıların Mons Cassius dedikleri dağdır. Nanni’nin hangi dağ olduğu saptanamamıştır. Hatti kökenli Tuthaliya, Arnuvanda ve Ammuna da kutsal dağ adları idi ve bu dağlar krallara ad olmuşlardır. Bir Hitit metnindeki tanrı tasvirinde gök tanrısı, kendileri birer dağ tanrısı olan iki erkek figürü üstünde durmaktadır. Yazılı kaynaklardaki bu tanımlamayı, aynen Yazılıkaya’da baş sahnede görürüz. Gök tanrısının en önemli sembolü boğadır. Boğa Orta Bronz Çağı'nda gök tanrısının kendisiydi.
Baş Tanrıça
Baş tanrıya tapma adeti Anadolu'da daha Yeni Taş Çağı boyunca egemendi. Hatta o dönemde kadın tanrı, baş tanrıydı. Aynı inancın daha sonraki dönemlerde de süregeldiğini görüyoruz. Dinsel metinlerde ve kurban listelerinde Arinna'nın Güneş Tanrıçası ile Hurri kökeni olduğunu bildiğimiz Hepat, birbirlerinden ayrı ayrı tanrılar olarak görünülürse de hiç olmazsa IV.Tuthaliya döneminde ikisinin eş anlamda oldukları, aynı sıfatları ve özellikleri taşıdıkları şüphesizdir.
Hitit Kabartmaları
Tanrı Çifti
Arinna'nın Güneş Tanrıçası ile Gök Tanrısı birbirlerinin eşi idiler ve bütün tasvirlerde koca sağda, karısı solda yer almaktadır. Bir metinden öğrendiğimize göre Hititlerde de modern protokolde olduğu gibi, sağ yön daha önemli idi. Bu Hitit adetinin en güzel örneğini Yazılıkaya kabartmalarında görülmektedir.

Tanrılar Üçlüsü
Yazılıkaya kabartmalarının orta sahnesinde baba, anne ve oğuldan oluşan bir tanrı ailesi görülmektedir. Bir başka deyimle bu sahnede tarihin en eski “teslis”ini yani hristiyanlıktaki tanrı, İsa ve Meryem üçlüsünü anımsatan bir tablo görülmektedir. Tanrılar üçlüsü, Tanrı Şarruma, İsa ve Meryem üçlüsüne verilen addı. Puduhepa'nın, adı da Hepat adından alındığı gibi, kendisi Hurri dininin Hitit Ülkesi'ne getirilmesinde de büyük rol oynamıştır. Bu nedenle tanrı üçlüsünün aynı zamanda Hattuşili, Puduhepa, IV.Tuthaliya üçlüsünü de tasvir ettiği izlenimi uyanmaktadır. Hititlerde krallar ancak öldükten sonra tanrılaşmış olarak kabul ediliyordu. Yazılı kaynaklarda "kral öldü" yerine "tanrı oldu", yani tanrılaştı deyimi geçmektedir. Kralların yaşamları boyunca Şark Dünyası’nda adet olduğu üzere tanrı sayılması, Hititlerin inançlarına ters bir tutumdu. Bununla birlikte Doğu etkisi ile Büyük Krallık’ın son dönemlerinde böyle bir davranışın Hititlerde de yer etmiş olması mümkündür.

Hitit Sanatı
Hititler'de sanat genellikle Mısır, Sümer, Babil ve Girit uygarlıklarında görülen düzey niteliğinde değildir. Bununla birlikte Hititler, sanat kollarının bazılarında Mısır ve Mezopotamya ile boy ölçüşebilecek durumda idiler. Hititler sanatı politik gücün önemli bir propoganda aracı olarak gördükleri için, ona önem vermişler ve özgün eserler yaratmışlardır. Öyle ki Hitit Uygarlığı'nın en başarılı bölümü sanat olmuştur.

Hitirlerde Mimarlık Sanatı ve Özellikleri
Anadolu'da alt bölümleri kyklop biçimi iri taşlardan oluşan anıtsal mimarlık eserleri, Hititlerle birlikte daha Eski Krallık Dönemi'nde başlamıştır. Sur duvarlarının baskın, saldırı merdivenleri ve yeraltı tünelleri ile donatılmış olması ilginçtir. Böylece bir savunma yapısı olan surlar aynı zamanda hücum ve baskın tuzağı niteliğini kazanmıştır. Hattuşa kent duvarı bu olanakları ve sağlam kyklop biçimi örgüsü ile eski dünyada eşsizdir. Boğazköy’de Büyükkale, Hitit devlet yapılarının, devlet arşivinin, kabul salonlarının bulunduğu çok iyi korunmuş bir tepe idi. Boğazköy kentine bütün ovaya egemen olan bu kalenin, bütün çağdaş Şark Dünyası’nda bir benzeri yoktu. Hitit mimarlığının en belirgin özelliği karşıtsız yani asimetrik oluşudur; dinsel ve sivil binalar da olduğu gibi kent plancılığında da bu davranış egemendir. Hellen yapı sanatı ile İngiliz ve Türk bahçelerinde gördüğümüz türde, doğal bir oluşum içindedir. Örneğin tapınaklarda ve başka türlü yapılarda hiçbir yarı cephe diğer yarı cephenin tıpkısı olmazdı. Hitit yapılarının konturları, binaya biçim veren dış çizgileri bile bizim bugün yanlış bir yargı ile "biçimsiz" diyebileceğimiz bir görünüş sergilerler.

Heykel Sanatı
Hitit sanatında heykelin çok büyük anlamı ve önemi vardı; çünkü tanrı heykelleri yurtlarının kutsal simgeleri olarak görülüyordu. Tanrı heykellerinin önemini de Muvatalli'nin, heykelleri, savaşta zarar görmesinler diye Dattaşşa'ya nakletmesinden anlıyoruz. Çünkü kendisi Mısır savaşıyla uğraşırken Kaşgaların Hattuşa’yı zaptetmelerinden ve tanrı heykellerini ellerine geçirmelerinden korkuyordu. Hititler kral ve büyük kral sözcüklerini Sümer dilinden almışlardır. Lu=Adam, Gal=Büyük, Lugal=Büyük Adam=Büyük Kral anlamına geliyor. Lugal Gal heykellerinden de birçok örnek mevcut olduğu süphesizdir. Ancak bunlardan hiçbiri günümüze gelmemiştir. Yalnız Yazılıkaya’da Kral Tuthaliya’ya ait olduğunu sandığımız heykelin altlığı korunmuştur.   
Hitit Kabartma
Hititlerde Kabartma Sanatı
Hititlerde heykelle birlikte kabartmalar da önemli bir yer tutuyordu. Özellikle kayalara işlenmiş Yazılıkaya, Eflatunpınar, Fraktin gibi düzinelerce anıtsal kabartma Anadolu tarihinin en önemli tasvirlerini oluştururlar. Daha M.Ö.1600'lerde vazoların çok güzel kabartma figürlerle bezendiği görülmektedir. Bunlardan Bitik ve İnandık vazoları görkemli örneklerdir.

Anıtsal Kabartmalar
Alacahöyük Kabarmaları: Hitit yontu sanatının en eski anıtsal kabartmaları Alacahöyük'te bulunmaktadır. Bunlar M.Ö. 14. yüzyılda işlenmiş olup kendilerine özgü bir biçim sergilerler.
Boğazköy Kral Kapısını Koruyan Tanrı Kabartması: Boğazköy Kral Kapısı'nın iç yüzdeki koruyucu tanrı kabartması en özgün Hitit anıtsal kabartmalarından biridir. M.Ö. 14. yüzyıla ait çok başarılı bir yaratıdır.
Kral Muvatalli'nin Kabartması: Adana civarındaki Sirkeli mevkiinde kayalara oyulmuş olan kabartma şimdiye kadar kesinlikle bilinen ilk kral kaya tasviridir.
Yazılıkaya Anıtsal Kabartmaları: Boğazköy yakınındaki Yazılıkaya adıyla anılan açık tapınaktaki tasvirler, Hitit yontu sanatının değişik bir biçiminde işlenmişlerdir. Bunlar Kral III.Hattuşili ve IV.Tuthaliya zamanında yapılmışlardır.
Fraktin Kabartması: III.Hattuşili sürecine ait olan bu eser, Yazılıkaya ile çağdaş olmakla birlikte stil bakımından değişiklik sergiler.
İki Öküz Başlı Kabartma Heykeli: Kırşehir Kaman Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. 

0 yorum:

Haftalık En Çok Okunanlar